Deutsche Kinderbücher

Etiketler

31 Mayıs 2018 Perşembe

Işık Nasıl Kırılır?



Oğlum masanın başında, elinde su bardağı ile dakikalarca oyalanırken, hemen elime küçük bir kağıt parçası alıp üzerine küçük bir ok çizdim. Sonra elimdeki kağıdı su bardağının önüne koydum ve oğluma bunun ne olduğunu sordum. O da bana çok rahat bir şekilde "ok işareti" olduğunu söyledi. Ben de bu okun ne tarafa doğru baktığını sorduğumda, bana "kapıya doğru" diye cevap verdi. Ben de ona "Evet doğru, kapıya doğru yani sağ tarafa doğru bakıyor" dedim. Daha sonra kağıdımı bardağın arka tarafına koydum ve oğluma bir değişiklik görüp görmediğini sordum. Tabii ki görüyordu ve şaşkınlıkla "Aaaaa nasıl yaptın?" Diye bağırmaya başladı. Kağıda çizmiş olduğum ok, bardağın arka tarafında şimdi sağa değil, sola doğru bakıyordu. Ben de oğluma kağıttaki okun şimdi kapıya değil, duvara doğru baktığını ve bu tarafın sol olduğunu söyledim. Böylece sağ ve sol kavramlarını hafızasına daha iyi yerleştirmesini sağladım. Bunun nasıl olduğu konusuna geldiğimizde ise, ışığın her ortamda kırılmaya uğradığını ve böylece, kağıdımızdaki okun farklı yöne baktığını söyledim. Biraz daha genişleterek, ışığın önce havaya, sonra bardağın camına, sonra suya, sonra tekrar bardağın arka camına ve havaya uğradığını ve her defasında kırılarak, arkasındaki görüntüyü ters gösterdiğini anlattım. Belki açıklamayı %100 anlamamış olsa bile, konuyu kesinlikle hafızasına yerleştirdi ve ışığın kırılması konusuyla ilgili ön bilgi sahibi olmuş oldu. Ayrıca yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi sağ ve sol kavramlarını pekiştirdi. Yapımı, anlatımı, gösterimi çok basit olan bu küçük deneyimizi bütün annelere, ebeveynlere tavsiye ederim. Yapacak olanlara kolay gelsin😊








29 Mayıs 2018 Salı

Hikayem


Üç yıl önce evde otururken kendi kendime yazmış olduğum bir hikaye, bu sabah bilgisayarımın bir köşesinden bana el salladı. Yazdığım günden beri belki de açıp okumamıştım. Bu sabah görünce paylaşmak istedim.


Bir Hayat Yolculuğu

 Hızlı adımlarla istasyona doğru ilerlerken, bütün vücudunu saran o buruk heyecanı, bir anda garip bir hüzne dönüşmüştü. İlk defa kendini bu kadar yalnız hissediyordu. Bir elindeki valize baktı, bir de on beş adım sonra gireceği istasyonun kapısına… Boğazı düğümlendi, hıçkırarak ağlamak istedi ama yapamadı. Nemlenen gözlerini sildi ve valizini daha da sıkıca kavrayarak ilerledi. Oysa aylardır bu günün hayalini kurmamış mıydı? Günlerce gözü yollarda postacıdan gelecek kağıdı umutla beklerken, oğluna yıllardır çok istediği bisikleti alabileceği günü düşünüp derin hülyalara dalmamış mıydı? …

Gözünün nuru, biricik Hatice`sinin yüzünü evlendiklerinden bu yana güldürememesi, hep yokluk içinde, kıt kanaat geçinmeleri artık Hasan`ın canına tak etmemiş miydi? Ne yapıp edip gurbete gidecek, iki göz odalı bir ev ve bir traktör parası kazanıp hemen dönecekti. Onun yerinde olmak için bekleyen onlarca kişi ona imrenirken, şimdi bu içinde kanayan sancılı yara da neydi?
Öyle bir yara ki, bütün vücudu kasılıyor, yüreği yanıyor, içi acıyordu. Sanki eline kenetlenmiş olan valiziyle istasyondan içeri girdiğinde, trenin kalkmasını bekleyen yüzlerce kişinin arasına karışmış, tanıdık bir yüz arıyordu. Ama nafile… Onun köyünden gurbete gidecek olan kimse yoktu. Ceketinin cebinden Hatice`sinin vedalaşırken evde ona verdiği yazmayı çıkarıp kokladı, tekrar kokladı ve göğsünün üstüne bastırıp cebine geri koydu.

 Etrafına bakındığında herkeste kendi telaşını, korkularını ve umutlarını görüyor gibiydi. Herkes üç kuruş kazanmak için canı gibi sevdiklerini geride bırakmanın burukluğunu yaşarken, bir yandan da yabancı bir memlekete gitmenin, kimsesizliğin korkusunu yaşıyor, başka bir taraftan da eli boş olarak gittiği gurbetten ev, motor, tarla parası kazanıp dönebilmenin umudunu yaşıyordu. Böyle etrafı seyrederken kaç dakika ya da kaç saat geçti hiç farkında değildi. Kolundaki eski, babadan kalma saatine bakarken, trenin gara girdiğini gördü ve herkes gibi o da onları yeni bir hayata, yeni bir başlangıca, yeni bir yolculuğa çıkaracak olan trene doğru ilerledi.

Trene bindiğinde onun yanında oturan Osman isimli gençle tanışmış, hemen kanı kaynamıştı. Saatlerce sohbet ettiler. O da para kazanmak için gurbet yollarına düşmüş, anasını, sevdiğini geride bırakmıştı. Korkularını, umutlarını, planlarını birbirlerine anlatırlarken saatler birbirini kovalamıştı. İkisi de yorgun düşmüş ve uyuyakalmışlardı. Doğan günün ilk ışıklarıyla uyandıklarında birbirlerine sımsıcak gülümsemişler, esneyerek yeni bir güne merhaba demişlerdi. Çantalarından çıkardıkları azıklarından yerlerken kalan yolun nasıl geçeceğini hesaplamaya koyulmuşlar ve bir an önce oraya varıp, nerede, nasıl, kimlerle çalışacaklarını düşünüp tartışırken zaman hızla ilerlemişti.

Hasan, tren görevlisinin onun omzuna dokunmasıyla tatlı uykusundan mı yoksa derin hayallerinden mi olduğunu kestiremediği bir durumdan irkilerek kendine geldi. Tren görevlisi ona neredeyse Almanya`ya vardıklarını söylediğinde, kalbi yerinden sökülecekmiş gibi atmaya başladı. Birkaç saniye içinde heyecanlandı, sevindi, üzüldü, duygulandı, özledi, hüzünlendi ya da umutlarını gerçekleştireceği topraklara kavuştu. Ne olduğunu kestiremediği birçok duyguyu iç içe, peş peşe yaşadı. ….

....................

Gurbete adım atalı iki ayı geçmişti. Hasan küçük, bakımsız ve dar bir odada beraber yaşadığı Osman ve diğer iki arkadaşıyla beraber aynı fabrikada çalışıyor, canını dişine takarak, gecesini gündüzüne katarak kazandığı her kuruşu biriktiriyordu. Böyle devam ederse üç yıla kalmadan düşündüğü parayı biriktirebilir, köyüne geri dönerek ailesinin yüzünü güldürebilirdi. Bu da hayatında en çok istediği şey değil miydi? Burada bin bir güçlüğe katlanmak pahasına da olsa daha çok çalışacak, daha çok yorulacak ve istediklerine kavuşacaktı. Ah bir de birazcık Almanca öğrenebilseydi! Hayatı hiç olmazsa biraz daha iyi olurdu. Üç gün önce canı çok tavuklu pilav çekmişti de, nasıl söyleneceğini bir türlü bilemediğinden, bir türlü markete girip tavuk almaya cesaret edememişti.Hep böyle mi olacaktı? Dilini bilmediği bu yabancı memlekette hep korkak, çekingen, sessiz mi yaşayacaktı? ……


..............................

 Aradan tam on üç yıl ve yedi ay geçti. Hasan, oğlu Kemal`in diploma töreninde karısı Hatice`yle birlikte en ön sıralarda yerini almış, hayranlıkla sahnede duran ve Almanya`nın çok iyi bir tıp fakültesinden mezun olan oğullarını seyrederken gözyaşlarını tutamıyordu. Tören bitiminde hanımına: _ Üç yıl için geldiğim gurbet bana on üç yıldan fazla memleket oldu. Ekmeğimi verdi, iş sahibi yaptı, ev sahibi yaptı. Çocuklarıma gelecek oldu. En zoru da sizsiz geçen o ilk iki yıl oldu.
Şimdi burdasınız, benimlesiniz. Hasretimize de değdi, fedakarlığımıza da değdi. Şimdi valizlerimizi hazırla da on beş günlüğüne Türkiye`ye köyümüzdeki iki odalı evimize tatile gidelim. Ne dersin?

Berlin, 2015



27 Mayıs 2018 Pazar

Padişaha Atılan Tokat



Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi. Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman hemen 
“Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ediyordu. 
Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi.
Bunun üzerine destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. 
“Padişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. 
Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. 
“Padişahım oğlunuz, ciğerpareniz Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor” deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.
II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.

Ertesi gün yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.
Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. 
Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.(alıntı)

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Peçete Baskısı




Bugün Eren'le birlikte çok eğlenceli bir çalışma yaptık. Eğlenceli olduğu kadar da basit ve eğiticiydi. Parmak kaslarının gelişimini ve el-göz koordinasyonunu destekleyici bir çalışma olduğundan dolayı da oldukça faydalı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca rengarenk kalemler kullanıldığı için, ayrı bir heves ve istekle yapılan bu çalışmayı tüm ebeveynlere tavsiye ediyorum. İlkokula başlamadan önce yapılan bu tür kalem tutma becerileri ve çizgi çalışmaları, çocuğun kendisine güven duygusunu da geliştireceğinden kişilik gelişimine de oldukça katkı sağlıyor.

Aktivitemiz için gerekli olan malzemelerimiz:

-Bir parça peçete ya da kağıt havlu parçası
-Renkli keçeli kalemler
-Kağıt


  

Aktivitemizin yapımı ise çok çok basit:

Öncelikle peçeteyi kağıdımızın üzerine koyuyoruz. Daha sonra peçetenin üzerine keçeli kalemlerle çizgisel şekiller yapıyoruz. Peçeteyi kaldırdığımızda kağıdın üzerine küçük küçük noktacıklı izler çıkmış oluyor. Bundan sonraki görev çocuğunuzda. Çocuğunuz bu izlerin üzerinden, rengine göre keçeli kalemlerle geçiyor ve aktivitemizi başarıyla tamamlıyor.
















24 Mayıs 2018 Perşembe

Ben Bunu Yazmam-Mim





Sevgili Derya çok yeni ve çok güzel bir mim başlatmış. Sevgili Handan da beni mimlemiş. Mim konumuz: Neleri severek yazarız, neleri kesinlikle yazmayız?
Ben de öncelikle bu tür mimleri yazmayı çok sevdiğimi belirterek, hemen mime başlıyorum. 

Neleri severek yazarım:

Benim blogumu açma sebebim zaten, çocuklarımla yapmış olduğum aktiviteleri bir şekilde depolamak ve bunları güzel bir şekilde muhafaza edip, çocuklarıma miras bırakmak. Bu yüzden onlarla yapmış olduğumuz bütün aktiviteleri keyifle yazıyorum. Ayrıca gittiğimiz yerler, farklı veya çekici geldiyse, oralarla ilgili de yazılar yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Bunun dışında kitap okumayı da çok sevdiğimden, kitaplarla ilgili paylaşımları severek takip ediyorum ve az da olsa paylaşmaya çalışıyorum. Tabi bunun yanında, Eymen'in okumuş olduğu kitapları da, elimizde listesi olması amacıyla, bloğumda yeni bir sayfa içerisinde paylaşmaya çalışıyorum. Ancak bu sayfaya çok fazla kitap ekleyemedim. İnşallah bundan sonra okumuş olduklarımızı düzenli olarak eklerim. Tüm bunların yanında içeriğinden ders çıkarılan, öğüt veren hikayeleri okumayı ve paylaşmayı çok seviyorum. 

Neleri kesinlikle yazamam:

Kesinlikle yazamam diyeceğim konuların başında siyaset, spor, makyaj-moda, yemek tarifleri ve genellikle erkeklerin ilgi alanlarına giren tamirat, teknik, borsa vb. geliyor. Bu konularda yazamasam da, okumayı severim.

Ben de sevdeninsiirler ,  Momentos ,     MehtAp , SevKoz ve aynahikayesi`ni mimliyorum. Yazarlarsa onların da neleri severek yazdıklarını ve asla yazamayacakları konuları öğrenmiş olacağız. Yazamazlarsa canları sağ olsun. Her türlü seviliyorsunuz.

Ayrıca bu mimi başlatan sevgili Derya`ya ve beni mimleyen sevgili Handan`a tekrar teşekkür ediyorum. Herkese sevgilerimle...


23 Mayıs 2018 Çarşamba

Bilek Saati (Reşat Nuri Güntekin)



Bu zamana kadar Reşat Nuri Güntekin'in bir çok romanını ve öyküsünü okudum. Ancak  aşağıda yayınlamış olduğum öyküsü beni gerçekten çok etkiledi. Biraz uzun, ama okumaya değer bir yazı. 



sabah, Niyazi, bahçe kapısında kunduralarını boyarken hastane bayırında oturan teyzesi Adile Hanım, oğlu Vâhit ile beraber misafir geldi. Vâhit, bir hafta evvel sünnet olmuştu. Bugün, annesi onu, başında nazar boncuklarıyla teyzesinin elini öpmeğe getiriyordu.Huriye Hanım, Niyazi’nin sefertasına koyduğu reçeli tekrar kavanoza boşalttı:
“ Artık bugün mektebe gitmezsin, Niyazi” dedi.Mektepten kalmak, Niyazi’nin canına minnetti. Bahusus Vâhit gibi en sevdiği arkadaşının misafir geldiği gün. Fakat ya akşam, babasından, yarın hocasından yiyeceği dayakları ne yapsın? Uzun uzun düşündükten sonra, “Ben, yine gideyim anne… Bana dayak yedirme nafile” dedi ve isteksiz bir tavırla çantasını koltuğuna aldı.Hep birden ısrar ettiler. Babası, mazeret tanımazdı ama nereden bilecek?.. Saklayıverirlerdi. Hocaya gelince, yarın annesi mektebe gider, hastaydı, yahut işi vardı diye kandırırdı. Hem de yalan değil ya… Evde misafir varken sokaktan öteberiyi kim getirecek? Testiyi kim dolduracak? Mangalı kim yakacak?Niyazi; cılız, hastalıklı bir çocuktu. Onbir yaşında olduğu halde yedi yaşında gibi görünürdü. Süzgün yüzü, ince sesi için çocuklar ona “Sivrisinek” derlerdi. Sivrisineğin zaman zaman mektepte falakaya yatması çocukların en büyük eğlencesiydi. Hoca, rahle üstündeki ince değneğini alarak “Yıkın yere şu Sivrisineği!” diye bağırdığı vakit renksiz yüzünde öyle perişan bir telâş uyanır, incecik sesiyle vızıldarken öyle gülünç niyaz ve dua kelimeleri bulurdu ki, bütün sınıf, bayram yerine dönerdi. Çocuklar, karınca gibi etrafına üşüşürler, küçücük vücudunu kargatulumba ederek havaya kaldırırlardı. Kimi potinlerinin bağını çözer, kimi çoraplarını çıkarırdı. Niyazi, daha yerde sürünerek gezdiği yaştan beri dayak yemeğe başlamıştı; fakat bir türlü alışamamıştı. Daha fenası; onu mektepten ziyade evde döverlerdi. Bütün hüsnüniyetini, bütün gayret ve icadını sarfettiği halde bir türlü kendini dayaktan kurtaramazdı. Sokakta tecvid ezberleyerek gezmek, annesi misafirlerle masal söyleşirken yüzükoyun yere yatarak, bitmez, tükenmez karalamalar yazmak, onu nasıl mektepteki falakadan kurtaramazsa büyük adam gibi iş görmek, evin alışverişini etmek, sabahları babasının çizmelerini boyamak, hatta tahta silmek onu evde kamçı yemekten kurtaramazdı. Hilekârlığın her şeklini öğrenmişti. Büyük adamlardan daha düzgün yalan söylerdi. Yaptığı bir kabahati başkasına atmaktaki mahareti şayan-ı hayretti. Yalnız hırsızlık etmezdi. Çünkü evde ne kaybolsa ondan bilmek âdetti. Onun için çok kere alışveriş ederken kendi gündeliğinden para eklediği bile olurdu.Maamafih, bütün bunlara rağmen kafes gibi kuru göğsü değnek ve kamçının helecanlariyle günde birkaç nöbet sarsılırdı.Babası, Çanakkale’de “Kamçı Muharrem” diye şöhret almış sert, haşin bir polis memuruydu. Sokaktakilerden tamamiyle alamadığı hıncını evde karısiyle çocuğundan alırdı. Kapının arkasında asılı duran kamçısını eline aldığı zaman, Niyazi bir küçük köpek yavrusu gibi titremeğe başlardı.Maamafih, Muharrem Efendi’nin dünyada Niyazi’den çok sevdiği bir mevcut yoktu. Fakat, aklı başında bir babanın vazifesi çocuğunu şımartmaktan ziyade mum gibi terbiye etmek değil midir ya? Onun için Niyazi’yi sünnet olduğu gün bile okşamamıştı. Karısı, çocuğu biraz tatlı muamele etse kızar, bağırır, Niyazi’yi odadan çıkardıktan sonra “Yahu… Sana bin kere tembih ediyorum. Çocuğu yüzsüz edeceksin. Rahmetli babam beni adam etmek için ayaklarımdan direğe asar da öyle kamçılardı. Bak, şimdi dua ediyorum. Böyle yapmasaydı adam olur muydum?.. Baldırı çıplağın biri olur kalırdım. Ya adam olsun, ya gebersin! İnsan, çocuğuna hiç yüz vermemeli, hak veriyor gibi görünmemeli… Velevki haklı bile olsa cevap vermeğe alıştırmamalı!..” yolunda dersler verirdi.Mektep hocası ona sokakta rastladıkça, hoşuna gitmek için tâ uzaktan “Seninkine bugün yine öyle bir sopa çektim ki…” diye anlatmağa başlar, o da “Hay ellerin nur olsun… Bu akşam, ben de temiz bir dayak atayım. Varol… Biz, çocuğu saye-i Resulûllahta inşallah bir şeye benzeteceğiz!” derdi.O gün, Niyazi çok bahtiyar oldu. Öğle yemeği yetişinceye kadar mutfakta annesine yardım etti. Sonra Vâhit’le oynamağa başladı. Vâhit, hediye getirilen oyuncakların bir kısmını kutuya doldurmuş, getirmişti. Bunlardan bir tanesi Niyazi’yi ağlatacak kadar mahzun ediyordu: Küçük bir bilek saati.Niyazi, dünyada saatleri sevdiği kadar bir şeyi sevmezdi. Alışverişe gittiği zaman saatçi dükkânlarının önünde durur, derin hasretlerle saatleri seyrederdi, sünnet olacağı günü düşünürken duyduğu kederden küçük bir saate sahip olmak ümidiyle müteselli oluyordu. Fakat bir sene evvel sünnet olduğu vakit ona saat getiren olmamıştı.Yukarı odada Vâhit’le oynarken aklına bir şey geldi. O sabah babası, bilek saatini çiçekliğin içinde unutmuştu. Kapıyı kilitledi, büyük bir heyecan ile saati alarak bileğine bağladı. Fakat, ne yazık ki odada Vâhit’ten başka bunu gören yoktu. Nihayet mukavemet edemedi:“Haydi Vâhit, seninle çınarlığa, gezmeğe gidelim” dedi. “İkimiz de saatli; ne güzel olur.”Bileğinde saatle sokakta yürürken boyunu biraz daha büyümüş zannediyor, saatini göstermek için yemişçilerin önünde durup fındık, çekirdek, kuru üzüm alıyordu.Bir zaman, çınarlıkta gezdiler. Sonra çayın birkaç gün evvelki yağmurlarla büyümüş sularını seyretmek için küçük tahta köprünün üstüne çıktılar. Suların getirdiği dal parçalarını tutmakla eğlenirlerken Kurşunlu Camii’de ezan okunduğunu işittiler. Vâhit, saatine baktı. Niyazi de baktı. Galiba saat durmuştu. Bileğini kulağına götürdü. İşitmek kabil değil… O vakit saati kayış mahfazasından çıkardı. Fakat ne oldu, nasıl oldu? Saat, parmaklarının arasından kayarak suya düştü. Niyazi, kendini çaya atmak ister gibi feryad etti. Vâhit koluna yapıştı “Dur Niyazi, ağaç değil ki su götürsün… Bak dibinde durup duruyor. Çıkarırız…” dedi.Filhakika, saat, suyun dibinde duruyordu. Fakat bir türlü çıkarmağa imkân bulamadılar. Vâhit, Niyazi’yi teselli etti: “Ağlama Niyazi. Ben, bu gece ağabeyime söylerim. O, yarın sabah erken erken gelir… Çıkarır, nereye kaybolacak buradan?” dedi. Suların cazibesine kapılmış gibi duran Niyazi’yi sürüye sürüye eve götürdü.Allahtan o gece Muharrem Efendi keyifli geldi. Fakat, aksi olacak, yemekten sonra saatin kaybolduğunu farketti. Niyazi, daha akşamdan yandaki odada yatağına girmişti. Önce, karısını istintak etti. Huriye Hanım, katî bir şey söylemiyordu. Fakat Niyazi’nin halinden şüphelenmişti. Muharrem Efendi, kamçısını eline aldığı gibi çocuğu söyleteceğinden emindi. Fakat bu gece, bir türlü bunu yapmak içinden gelmedi. Karısına yavaşça “Sen seyret bak… Beş dakikaya kalmadan saati nasıl çıkarıyorum” dedi. Sonra yüksek sesle devam etti:“Hanım, getir, ver şu kebap şişlerini bana… Aç şu mangalı… Onlar, ateşte kızadursunlar…   Şimdi o çapkını yatağından çıkaracağım… Ya saati getirir, yahut da tekmil vücudunu ateşte dağlarım… Yapar mıyım yaparım… Öyle hırsız yaşayacağına gebersin daha iyi!”İçeriden boğuk bir ses geldi. Muharrem Efendi “Gördün mü nasıl?” manasında muzafferane başını salladı. Bir zaman daha tehditlerine devam ettikten sonra “Gel buraya çapkın!” diye yanındaki odanın kapısını açtı. Fakat içeriye kuvvetli bir rüzgârdan başka bir şey girmedi. Yatak odası karanlık, pencere açıktı. Rüzgâr konsolun üstündeki gece kandilini söndürmüştü. Çocuk, odada yoktu. Anlaşılan pencereyi açmış, asma çardağına sarılarak bahçeye inmişti. Kadın bağırıp çağırmak istedi. Fakat Muharrem Efendi onu temin etti:“Korkma… Tehdidi işitti ya… Saati mutlaka bahçede bir yere saklamış olacak… Onu almağa gitti zâhir…” Fakat Niyazi bahçede de yoktu. Zaten bahçe kapısı da ardına kadar açıktı. Muharrem Efendi hâlâ “Etme be yahu, neredeyse çıkar, gelir… Nereye gidecek çapkın?” diye söyleniyordu. Fakat kendi de iyiden iyiye korkmağa başlamıştı.Niyazi’yi iki saat sonra tütüncü kolcuları eve getirdiler… Köprüden geçerken çayın azgın suları içinde küçük bir çocuğun bağıra bağıra çırpındığını görmüşler… Aralarından biri suya girmiş, Niyazi’yi bin güçlükle ölümden kurtarmış… Çocuğu bir aba gocuğun içine sarmışlardı. Hemen odaya ateş yaktılar, ıhlamurlar kaynattılar. Anası çamaşır değiştirirken ellerinden birinin kilit gibi kapalı olduğunu gördü… Zorlaya zorlaya yumruğunu açtılar, içinden babasının mineli küçük saati çıktı.Çok uğraştılar, dünya kadar hekim, ilâç parası verdiler… Kâr etmedi. Allah yedide verdiğini sekizde almaz. Niyazi, beş gün sonra zatürreeden vefat etti. Anasının kucağında ölürken zavallı buruşuk elini uzatmış, “Babacığım… Vurma bana… Getirdim… Getirdim saatini!” kelimeleri son sözü olmuştu.Muharrem Efendi, şimdi emekli bir ihtiyardır. Allah başka çocuk vermemiştir. Oğlunun eski arkadaşlarını gördükçe hâlâ içini çeker “Yavrum bunların birine benzemezdi. Ömürcüğü olaydı iyi bir adam olacaktı. Son nefesinde bile itaatten ayrılmadı… Allah verdi, Allah aldı…” diye söylenir….


Tahta Çubuklarla Matematik / Geometri



Elimde bulunan tahta çubukları dibine kadar kullanmaya karar verdiğimden dolayı, bu defa Eymen ve Eren'le birlikte biraz matematik ve geometri çalıştık. Tahta çubukların bir kısmıyla Eren için geometrik şekiller hazırlayıp, isimlerini sesli olarak telaffuz ettik.  Bu sayede bazı temel geometrik cisimlerin isimlerini duyarak ve görerek öğrenmiş oldu. Daha sonra bunları bozup, birkaç defa beraberce yaptık ve isimlerini birlikte tekrarladık.


Tahta çubuklarımız





üçgen
üçgen






kare





üçgen+kare=ev




dikdörtgen




dikdörtgen+üçgen+kare




Yoğun istek üzerine bir tane de yıldız yaptık


Tahta Çubuklardan Çerçeve Yapımı


Dün akşam Eren'le yapmış olduğum tahta çubuklarla puzzle çalışmasından arta kalan çubuklarla, bugün de Eymen'le çerçeve aktivitesi yaptık. Biz, tahta çubukları boyamadan yaptığımız için çok sade bir görüntüsü oldu. Ancak çubuklar rengarenk boyandığında çok daha güzel bir görüntü olacağına eminim.  

Bu yapmış olduğumuz çerçeve için kullanılacak malzemeler: 

Tahta çubuklar (Dondurma çubuğu olabilir)
Yapıştırıcı 
Fotoğraf

Yapılışı ise çok çok basit. Tahta çubuklara çerçeve şekli verip yapıştırıcı ile birbirine bağlıyoruz. Daha sonra fotoğrafımızın kenarlarına da yapıştırıcı sürerek çerçevemize monte etmiş oluyoruz. İşte karşınızda el yapımı bir çerçeve. İyi ve güzel günlerde, güzel fotoğraflarla bezenmesini dilerim. 








22 Mayıs 2018 Salı

Tahta Çubuklardan Puzzel Yapımı

Dün akşam Eymen ödevini yaparken, Eren'in sıkıldığını ve onu rahatsız etmeye çalıştığını anlayınca, uzun zamandır evde olan tahta çubukları elime alıp,Eren'le değişik bir şeyler yapmak istedim. Aslında bu çubukları uzun zamandır bu düşüncemi gerçekleştirmek için saklıyordum ama bir türlü sıra gelmedi. Kısmet bu güneymiş.
Öncelikle tahta çubukları Eren'in önüne döktüm ve onları numaralandırdım.






Onlarla güzel bir şey yapacağımızı söyledim. O da önünde farklı materyalleri görünce abisinden uzaklaştı ve onu rahat bırakarak, benim yanıma geldi. Bu sayede Eymen rahatça kendi dersine yoğunlaşabildi. Ayrıca  bu çalışmayla Eren'le dün yapmış olduğumuz matematik çalışmasını da pekiştireceğimizi düşündüm. burada

Aktivitemiz aslında çok basit. Ben önce, evdeki dergilerden bir resim kestim. (Aslında evdeki fotoğraflardan kullanacaktım ama, keseceğimiz için kıyamadım ve dergi resmi kullanmaya karar verdim.)





Daha sonra tahta çubukları 1'den itibaren sıralayarak aralıklı olarak dizdim ve üzerlerine yapıştırıcı sürüp, resmi onun üzerine kapattım.



Sonra, resmi çubukların arasından kestim ve karışık bir şekilde Eren'in önüne koydum. 




Bundan sonra top Eren'in elinde. Deneye deneye puzzelimizi tamamladık. Bu arada sayı da saymış olduk. Hem de çok eğlendik. Eymen de rahatsız edilmeden ödevini tamamlamış oldu. Herkese tavsiye edebileceğim, güzel bir aktivite olmuş oldu. 














21 Mayıs 2018 Pazartesi

❤️ 13.Yıl Çekiliş Hediyem 🎁







Sevgili Handan'ın Bir adlı bloğunun 13. yıl çekilişi (tık tıksonucunda kazanmış olduğum hediye kitabım elime ulaştı. (Daha doğrusu vermiş olduğum adrese ulaştı. Ben yurt dışında yaşadığım için Türkiye'deki adresimi verdim ve bugün bu adresten kız kardeşim teslim aldı; bana hemen fotoğrafını gönderdi.) Bu yaz tatilinde Türkiye'ye gelince ilk işim, bu kitabı okumak olacak. Daha önce okuma fırsatı bulamadığım, adını defalarca duyduğum ve okumak istediğim bir kitap olduğu için de ayrıca sevindim. Buradan kendisine tekrar teşekkür ediyorum ve bloğuna nice uzun yıllar diliyorum. 







                                          

Çocuklara Erken Yaşta Matematik Eğitimi

Dün okumuş olduğum Child Development dergisinde yayınlanan bir araştırma haberine göre, annelerin erken yaştaki desteği, çocukların ileriki yaşamlarında matematik başarısını oldukça artırıyormuş. Özellikle cisimlerin miktarlarının gösterildiği oyunlarla desteklenen çocukların gerek okul, gerekse sosyal yaşamda daha başarılı oldukları ortaya koyuluyor. 
Boston’daki Lynch Eğitim Kurumu Gelişimsel ve Eğitimsel Psikoloji Fahri Profesörü Beth Casey' e göre çoğu çocuk anlamını dahi bilmeden 1’den 10’a kadar sayabiliyor. 
Ebeveynlerin çocuklara cisimleri 1, 2 veya 3’erli gruplar halinde tanıtmaları, gösterdikleri yerde kaç adet obje olduğunu söylemeye teşvik etmelerinin, başarının altın anahtarı olduğunu savunuyor.  Mesela, "Bana oradan 2 adet kaşık verir misin?" Diyerek çocuğa iki adet kaşığı gösterdiğinde, çocuk 2'yi algılamış ve bu örnekler çoğaldığında, otomatik olarak 2'yi öğrenmiş olacaktır, diyor. 
 Tabi bunu duyan ben, hemen Eren'le küçük bir çalışma yaptım. Öncelikle bir A4 kağıdının üzerine yuvarlaklar çizip, içerisine birden altıya kadar sayıları yazdım. Daha sonra mutfaktan getirmiş olduğum bir avuç kuru fasulyeyi  kağıdın üzerindeki rakamlara göre yerleştirdim.  Yerleştirirken de sayıları sesli olarak tekrar ettim.  Bunu birkaç defa yaptıktan sonra fasulyeleri Eren'in eline verip birlikte yerleştirdik ve yine beraberce sayıları tekrar ettik. Onun çok hoşuna giden, beni hiç yormayan, hatta eğlendiren; bu yüzden tüm annelere tavsiye edebileceğim güzel bir çalışma oldu.
Bu çalışma için gerekli olan malzemelerimiz:

Bir adet A4 kağıdı
Kalem
Bir avuç kuru fasulye, nohut ya da benzeri madde










































20 Mayıs 2018 Pazar

Spor ve Çocuk




Sağlıklı yaşamın altın kurallarından bir tanesi olan sporun insan vücuduna hem psikolojik hem de fizyolojik olarak olumlu etkileri yadsınamayacak kadar büyüktür. Düzenli olarak spor yapan kişiler, özellikle de çocuklar daha sağlıklı gelişirler. Spor yaparken, vücudun hem bedensel fonksiyonları hem de beyin fonksiyonları desteklenmiş ve gelişmiş olur. Ayrıca spor yaparken sarf edilen fiziksel efor ise, çocukların ya da yetişkinlerin daha az stres yaşamalarını sağlayarak depresyon, kaygı ve bunun gibi bir çok olumsuz durumlardan daha az etkilenmelerine sebep olur. Tüm bunların yanında, spor ile ilgilenen çocukların özgüveni daha yüksek olur ve sosyalleşmeleri kolaylaşır. Takım halinde yapılan spor dallarında ise çocuklar, kazanma ve kaybetmenin doğal bir sonuç olduğunu öğrenerek, hayatlarındaki zorluklarla daha iyi mücadele yeteneği kazanırlar. 
Tüm bunların gerçekleşebilmesi için ailelere düşen görevler de büyüktür. Büyüktür ama kolaydır. Örneğin ilk başta spor yaparak herkes çocuğuna örnek olabilir. Çünkü çocuklar hayata hazırlanırken gördükleri ve örnek aldıkları ilk modeller anne ve babalarıdır. Hem böylelikle kendileri de, sporun yukarıda bahsetmiş olduğum bütün avantajlarından yararlanabilirler. Tabi bunu yaparken çocuğun fiziksel yetenekleri ve kapasitesinin farkında olup, buna göre hedefler belirlemek gerekir. Yoksa çocuğu spora yönlendireyim derken, uzaklaştırmaya sebep olabilir. 
Tabii ki çocuk için en eğlenceli olan kısımlardan bir tanesi de evde, okulda veya dışarıda ailece sportif aktivitelere katılmaktır. Bu sayede hem çocuğunuzu spor yaparken izleme, hem başarısını destekleme, hem de kaybettiğinde sarılarak manevi birlikteliğinizi hissettirebilme şansını yakalayabilirsiniz. 

Tüm bunları göz önünde bulundurarak, dün evimize çok yakın bir alanda yapılan çocuk festivaline katıldık. Amaç oradaki çeşitli aktivitelere katılmaktı. Beklediğimizden daha eğlenceli ve verimli geçti diyebilirim. Bir çok spor dalı oyunlaştırılarak ve yarışma formatı verilerek çocuklara sunuldu. Basketbol, voleybol, futbol, denge yürüyüşleri ve bir çok spor çeşidiyle mükemmel bir organizasyon oldu. Bu sayede çocuklarla birlikte güzel bir gün geçirmiş olduk.


Günümüzden birkaç fotoğraf:

                               

                                            













19 Mayıs 2018 Cumartesi

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı

Ünlü şairlerimiz Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar tarafından yazılmış, ünlü sanatçımız Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiş olan Onuncu Yıl Marşı:



19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nız Kutlu Olsun! 

17 Mayıs 2018 Perşembe

Çocuklara Oyunla "Disiplin" Eğitimi



İnsanoğlu hangi yaşta, hangi konumda, hangi ortamda olursa olsun, mutlaka yaşamın içerisinde "disiplin" gerekiyor. Hatta "Ağaç yaşken eğilir" sözünü göz önünde bulundursak, çocuklarda bu disiplin eğitiminin önemi ve gerekliliği, diğer yaşlara göre daha ağır basıyor. Ancak çocuklara sözlü olarak "Elini yıka, dişini fırçala, oyuncaklarını topla, vs."  şeklinde komutlar vererek disipline etmek, pek de başarılı bir sonuca ulaştırmayabilir. Çocuk, doğası gereği sürekli bir heyecan, hareket, farklılık arayışı içindedir.  Bu yüzden, öğretilmek istenen davranışlar, oyun şeklinde verilirse, sonuca ulaşma da bir o kadar hızlı, kolay ve pozitif yönde olur. Bu yüzden biz de bu akşam ailece, sessiz sinema şeklinde küçük bir oyun oynadık. Amacımız, evde uyuması gereken kuralları oyun şeklinde çocuklara tekrar ettirmek. Her akşam, "Yatmadan önce dişlerini fırçala" demektense, oyun şeklinde bunu hatırlatmak daha etkili olur diye düşündüm. Bunun için, küçük kağıtlara birkaç kural yazdık ve sessiz sinema şeklinde sırayla hepimiz anlattık. Tahmin ettiğimden daha eğlenceli geçti. Çocuklara sözlü olarak sürekli yapmaları gereken şeyleri tekrar ettiğimizde, hem sıkıcı oluyor, hem de ters günlerindeyseler inatlaşmalar sonucu  tam tersi bir sonuçla da karşılaşabiliyoruz. Ama oyun şeklinde yapıldığında, çocuk kendisine mesaj verildiğini fark etmeden, tamamıyla oyun olarak algılayarak hem eğleniyor, hem öğreniyor ya da tekrar ediyor. Denediğim ve pozitif sonuç aldığımdan dolayı herkese tavsiye ediyorum. 



Oyunumuz şöyle:

Öncelikle küçük kağıtlara istediğimiz kuralları yazıyoruz.



                             
                                                                   





Daha sonra bunları katlıyoruz.

 


     Sonra da oynuyoruz...

  



    










Bu konuyla ilgili çok güzel bir hikayeyi de paylaşmak istiyorum.

Evi terk etmeye karar vermişti, artık babasının sürekli ikaz ve söylenmelerine katlanmak istemiyordu. 
"Diş fırçalarken suyu açık bırakma"
"Salondan en son kim çıktı? televizyon neden açık"
"Odada kimse yok, ışıkları niçin kapatmıyorsun?"
"Makası kullanıp, neden tekrar yerine bırakmıyorsun?"
Sabah bir iş görüşmesine gidecek ve eğer kabul edilirse aile evini bırakıp, kedisine bir ev kiralayacaktı. Kararı kesindi. Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu.
Sabah, babası onu kapıda uğurladı. 
- Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum. 
Dedi ve her zamankinden daha fazla harçlık verdi.
Görüşme adresine gelince, kapıda bekçi yoktu. Bahçe kapısı açıktı ama sürgülü kilidinin demiri dışarıdaydı, giren çıkan herkes bu demire değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü geri çekti ve içeriye girdi. Bahçede bir hortum suyunu boşa akıtıyordu. Onu aldı ve sulasın diye bir ağacın dibine bıraktı. Bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü. Gayrı ihtiyarı bir hareketle, vantilatörü kapattığını fark etti. Artık huyu nefsine galip geliyordu. Kendisini tuhaf hissetti ve bu durumundan nefret duymaya başladı. 
Oradan küçük bir odaya girdi. Üzerindeki okla görüşme salonuna gider, yazan bir kağıt ters bir şeklide asılı duruyordu. Onu düzeltmek istemedi, fakat babası sanki karşında duruyor gibiydi ve ona; "Onu düzelt" diyordu sanki. Kağıdı düzeltip, görüşme salonuna girdiğinde diğer adaylar oturmuş sıralarını bekliyorlardı. Salonun ışıkları açıktı ve günün ışığı yeterince her yer aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat babasının sesini duyar gibi oldu sanki "kapatın bu ışıkları" diyordu. Bu ses dikkatini dağıtıyordu. Duramadı hemen gidip ışıkları kapattı ve sırasını beklemek için bir kenara oturdu.
Sıra ona gelince görüşme odasına çağrıldı.
Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını inceledikten sonra, işe ne zaman başlayabileceğini sordu. Bunu bir tuzak saydı ve imtihanın bir parçası olmalı. Dedi kendi kendine. Ne cevap vereceğini bilemedi. 
Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı. 
Karşısındaki adam; Neyi düşünüyorsunuz? Diye sordu.
Biz burada kimseye soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil davranışlarıyla değerlendirmek istedik. Adaylardan hiç birisi senin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, vantilatör, ışıkları ve ters kağıt hepsi imtihanın birer aşamasıydı. Bu sınavı başarılı bir şeklide tek sen geçtin. Yeni işin hayırlı olsun.
Babasının disiplini ve sürekli ikazlarına, kızması geldi aklına ondan pişmanlık duydu ve bu işi sadece disiplinle kazandığını anladı. Eve çok mutlu döndü ve ertesi gün babasını alıp yeni işyerini göstermek için can atıyordu.
ALINTIDIR...